İki Arada Bir Derede: Çocuğa Sınır Koymalı mı Koymamalı mı? ÇOCUKLARA SINIR KOYMAK NEDEN ÖNEMLİDİR? Anne-babaların hep aklındaki sorulardan bir tanesidir “Kural (ya da sınır) koymalı mıyız? Koyacaksak bunu nasıl yapmalıyız?” sorusu. En son söylenecek olanı en başta söylemek gerek burada. Evet, sınır konulmalıdır, kurallarınız olmalıdır. Bunu nasıl yapabileceğiniz konusuna geçmeden önce çocuğun doğası ve doğallığı bu konuda neyi istemektedir neyi gerektirmektedir bunun üzerinde durmak yerinde olacaktır. İnsanoğlu dünyaya geldiğinde iç dünyasında hakim olan tek sistem vardır; hazza, zevke, keyif verene ulaşmak, acıdan, elemden, sıkıntı verenden kaçmak. Bebek anne karnından, cennetinden bambaşka bir ortama gelmiştir.Anne karnında güven içindedir, bütün ihtiyaçları doğal süreç içinde kendiliğinden yerine gelir. Gerçeklikle ilk yüzleşme, hayatın sınırını ilk koyuşu doğumla gerçekleşir; cennetten ayrılmak durumunda kalmıştır. (Bu ilk travmadan da anlaşılacağı üzere gerçeklik ve sınır ilk andan itibaren başlar ve doğal olandır.) İlk 1 yaş boyunca çocuk nispeten daha pasiftir ve tabiri caizse gak dese altı temizlenir guk dese meme verilir ve anneye(bakım veren kişiye) muhtaçtır. Kuramcılar bu dönemde çocuğun tanrısal bir güce sahip olduğunu hissettiğini iddia ederler. Çünkü tüm ihtiyaçları anında karşılanmaktadır. Ancak bu süreçte gerçeklik ve yoklukla karşılaştığı zamanlar da olmaktadır; örneğin annenin emzirirken memesini çekmesi, memeyi geç vermesi gibi durumlar gerçeklikle ilk karşılaşmalar, ilk provalardır. Bunlar gerçeklikle yüzleşme ve ihtiyaçların ertelenme gücüne koyulan ilk tuğlalardır. Zira gerçeklik insanın canını yakar, gerçeklik annenin cennetinden farklıdır ve hayat kendi doğallığında çocuğu hazırlamaya başlar. Sonra yavaş yavaş anneyle bir olduğunu aynı varlık olduğunu düşünen çocuk farklı olduğunu hissetmeye, deneyimlemeye başlar. Bunun ilk örneklerinden birini bebek 4 aylıkken görürüz. Bebek anne kucağındayken kafasını geriye doğru atmaya başlar. Bu ayrışmaya dönük ilk egzersizlerdir. Ayrı olduğunu hissetmeye başlamak çocuğun birey olabilmesi açısında iyi bir şeydir ve bir işlevi daha vardır ki o da çocuğun tüm doğallığıyla gerçeklikle yüzleşmeye devam etmesi demektir. 1 yaşında yürümek gibi olağanüstü bir şey olur çocuğun dünyasında. (Olağanüstü diyorum çünkü dünya onun için sürprizlerle dolu yepyeni bir yerdir. Bizi mümkün olup başka bir gezegene gönderselerdi bir düşünün bizdeki keşfetme arzusunu) Yatay konumdan dikey konuma geçmiştir. Artık eşyayla ilişkisi başlamıştır ve keşfetmeye, ayrışmaya yönelik çabalar giderek tırmanmaktadır. Gerçeklikte olanca varlığıyla yanı başındadır. O tanrısal varlık düşer, kalkar, başını vurur, canı acır… Gerçeklik ve kırılma hep onunladır. Bu kırılmalar onun göğüsleyebileceği türden kırılmalarsa, optimal kırılmalarsa, bu onu hayata hazırlar ve ilerleyen yaşlarda karşılaşacağı daha büyük kırılmalara göğüs gerebilmesini sağlar. Bu güç temelini buradan alır. (İhtiyaçlarının yerinde ve yeterince karşılanması, gerektiğinde hayır denmesi, her istediğinin anında olmaması ve aynı zamanda keşfetmesine çanak tutulması, oyun oynarken biraz uzaklaşmasına izin vermek ve bizi görebileceği bir yerden onun oyununu keyifle izlemek…) Gelişimsel hikayesinin ilerleyen bütün zamanlarında bu gerçeklik onunla beraberdir. Örneğin yetişkin bir insanın sevgilisinden ayrılması, işinden ayrılması yaşayabileceği kırılmalardır. Bu ufak kırılmalar onu bu büyük kırılmalara hazırlamaktadır. Çizeceğimiz sınırlar da ona nerde nasıl davranması ve sınırlarını bilmesi konusunda yardımcı olacaktır. Peki bu kurallar ve sınırlar nasıl konulacaktır? Özellikle 3 yaşından itibaren çocuklar için kurallar daha anlaşılır bir hale gelebilir. Tabii ki bundan önce de hayırlarımız ve sınırlarımız olacaktır ama çocuk bu evrede toplumsal değerleri yavaş yavaş anne-baba yoluyla içselleştirdiği için bu evreden sonra daha anlamlı olur. Nasıl olabileceğine gelirsek; 1. Bir çocuğun bir kurala uymasının ilk şartı ana-babasının da kendileriyle ilgili, kurallara, yasalara uymalarıdır. Büyüklerin yalnızca ondan daha güçlü oldukları için kendisini dize getirmek istediklerini düşünecek olursa, haklı olarak karşı koyar.Bu durumda yalnızca “orman kanunu” geçerli olur. Güçlü olanın güzsüz olanı ezdiği yasa. 2. Kurallar kısa, açık ve az sayıda olmalıdır. 3. Kurallar çocuğun yaşına uygun ve gerçekçi olmalıdır. 4. Kuralların nedenleri çocuğun anlayabileceği bir dilde çocuğa mutlaka anlatılmalıdır. 5. Kurallar olay sonrasında değil, öncesinde belirlenmelidir. Bu şekilde konulan kuralların çocuk üzerinde etkisi olmaz. Bu tıpkı çok fazla kazanın olduğu bir otoyola kazalar ve ölümler gerçekleştikten sonra üst geçit yapılması gibidir. 6. Kurallar tutarlı bir şekilde uygulanmalıdır. Ve mutlaka ana-baba da kendi aralarında tutarlı olmalıdırlar. 7. Kurallar bazen esnetilebilir. Örneğin 11 yaşındaki bir çocuğun akşam saat 9 da yatmasını beklemek uygun olmaz. 8. Bazı kurallar değişmemelidir. Örneğin kapı çalınmadan yatak odalarına girilmemesi veya güvenlik ve sağlıkla ilgili kurallar değişmemelidir. 9. Kurallara uyulmadığında nasıl bir yaptırım uygulanacağı çocuğa anlatılmalıdır. Bu uygulama çocukla konuşma, farklı çözüm yolları düşündürme, davranışın sonucunu açıklayarak zararını göstermek… gibi yöntemler izlendikten sonra yapılabilir. Sonuç olarak çocuğun ve dolayısıyla insanın hayatının sınırlarını çizmeye ihtiyacı vardır. Bu yönde ana-baba demokratik bir anlayış içerisinde çocuğa bunu öğretmekle ve hayat becerilerini çocuğa sunmakla yükümlüdür. Çocuk nerede nasıl davranacağını öğrenirse, kendi içsel referansları varsa, nasıl davranması gerektiği konusunda ilerleyen yaşlarında başkasının gözüne bakmadan, kendi iradesiyle hareket edebiliyorsa işte gerçek özgürlük budur. Özgürlük demek sınırsızca diğer insanların ihtiyaçlarını göz ardı ederek her istediğini yapmak demek değildir. İnsan kendi sınırlarını çizme becerisine sahipse ve gerçeklik gücü gelişmişse işte asıl özgürlük odur. Özgür kalabilmek dileğiyle… Necdet DÖNMEZ Uzm. Klinik Psikolog-Psikoterapist