Borderline

BORDERLİNE KİŞİLİK BOZUKLUĞU “SENDEN NEFRET EDİYORUM, BENİ SAKIN TERKETME!”

Kim söyler bu cümleyi? Nasıl bir ruhsal yapılanmaya sahip kişi bu ambivalansın, ikircikli duygunun, çelişkinin içerisindedir?
Bunu anlayabilmek için insanın gelişimsel hikayesine, Margaret Mahler’in ayrışma-bireyleşme sürecini anlatan gelişim kuramına bakmak gerekmektedir. Mahler, devletten ve vakıflardan aldığı destekle, kuramını geliştirmek amaçlı, büyük şehirlerin kenarlarındaki varoşlara klinikler açmıştır. O kliniğin etrafındaki insanlarla anlaşarak, çocuklarıyla beraber gelerek çocuğun anneyle ilişkisini, yıllar içindeki gelişimsel hikayesini takip etmeyi sağlayacak bir laboratuar ortamı oluşturmuştur. Bu süreç annenin hamileliğinden itibaren başlayacaktır. Bu inceleme bir grup anne üzerinde yaklaşık yirmi yıla dayanan bir incelemedir ve bu şekilde bebeğin gelişimsel sürecini takip etmeye başlamıştır. Bir anne bebeğine hamile kaldıktan sonra bebeğine dair nasıl bir zihinsel tasarım oluşturuyor, bebeği doğduktan sonra nasıl kucaklıyor, ona nasıl bakıyor, ihtiyaçlarını giderirken neler yapıyor… tüm bunlar bu ortamda inceleniyor. Bu incelemede bütün çocukların ruhsal olarak geçirmek zorunda oldukları evrelerin olduğunu gözlemliyorlar. Bir bebek bu evrelerden adım adım ilerliyor. Biz buna epigenetik açılım diyoruz. Nasıl ki DNA ilk zigot hücreden katmer katmer açılır ve muhteşem bir dizayn olan insanoğlunu meydana getirirse ruhsal yapı da sanki kodlanmış ve sıkıştırılmış ruhsal dosyaların belirli etaplara gelmesiyle beraber açılıyor. Bu nasıl bir şeydir? İlk başta anneyle bir olduğunu düşünen anneyle kaynaşan bir sistem daha sonra anneden ayrılan bir sisteme dönüşüyor.
Margaret Mahler, yaptığı bu çalışmalardan sonra çocuğun ayrışma bireyleşme ve bağımsız bir insan olabilmesiyle ilgili 4 alt evre belirlemiştir:


1. Otistik Dönem (0-2 ay)
2. Sembiyotik Dönem (2-4 ay)
3. Ayrışma Bireyleşme Dönemi

  • a. Farklılaşma Dönemi (4-8 ay)
  • b. Egzersiz Dönemi (8-17 ay)
  • c. Yeniden Yakınlaşma Dönemi (17-24 ay)
  • d. Bireyleşme Dönemi (24-36 ay)

4. Bireyleşmenin Devamı (Entegrasyon)

Bu dönemlerin hepsini izah etmek mümkün değil; yalnız borderline patolojiye neden olan gelişimsel duraklamanın hangi döneme denk geldiğini belirtmek ve ne anlama geldiğini açıklamak da bir zorunluluktur. 
Bu dönem 17-24 aylar arasına denk gelen “Yeniden Yakınlaşma” dönemidir. Çocuk bu dönemden bir önceki dönem olan “Egzersiz Dönemi”nde artık yatay pozisyondan, dikey pozisyona geçiş yapmıştır ve dünyayı keşfetmeye yönelik egzersizlerine başlamıştır. Keşfetmek için hiç bilmediği müthiş bir dünya vardır ve artık çocuk için “dünyayla aşk yaşama” zamanıdır. Bu keşif ruhu “Yeniden Yakınlaşma” döneminde tavan yapar ve eğer çocuğun dünyayı keşfetmesine anne çanak tutar, ona “haydi durma keşfet” diyen gözlerle bakarsa, çocuk birey olabilme, tek başına varolabilme, kendi kararlarını verebilme… gibi çok çok önemli özellikleri kazanma yolunda çok önemli bir eşiği atlar, yeni bir gelişimsel basamağa sağlıklı bir şekilde ilerler. Yalnız bu dönemde ikircikli bir duygu yaşar çocuk. Bir tarafta birey olmanın, bağımsız olmanın hazzı vardır diğer tarafta anneden ruhsal anlamda tamamen ayrışmanın yası vardır. Bu ikircikli duygu çocukta öfke yaratır. 
Peki bu durum desteklenmezse ve anne gerekli desteği vermezse, veremezse ne olur?

Çocuk keşfetmek için müthiş bir heyecanla ve coşkuyla annenin kucağından ayrılır ya da ayrılmak ister. Çocuğun kendinden ayrılması annenin ruhunda bir kayıp duygusu yaşatır, panikler. Çocuk biraz uzaklaştığı zaman bakışıyla, duruşuyla müthiş bir kaygı gösterir. “Aman başına bir şey gelecek!” kaygısını yaşar. Çocuk kaygıyı görür görmez sınırı çoktan aştığını fark eder, büyük bir korkuyla annenin kucağına geri döner. Anne çocuğun ayrılamasından dolayı bir kaygı duyduğunda ne yaptı? Sıkıntılandı değil mi, kaygısını dile getirdi. Çocuğun başına bir şey gelebilir, çocuğu bir başkası alıp götürebilir… Bunu çok haklı gerekçelerle etrafa da izah edebilir. Etraftan da onun ne kadar ilgili bir anne olduğuna dair geribildirimler alır. Ama çocuğu mahvediyor, hikayenin aslı öyledeğil. Çocuk bu bakışlara rağmen gitmeye devam ederse içindeki bağımsızlık arayışı ve içten gelen özerklik duyumu ile anne çocuğu ile ilgili sevgisini keser. Yüzünü asar. İşte çocuğun hayatının kaydığı dakika bu dakikadır. Hiçbir çocuk annesinin sevgisi ve ilgisi olmadan yaşayamaz. Annenin küsmesi kadar çocuklara verilecek büyük ceza yoktur. Çocuk orada yakıtsız kalır, yapacağı tek şey merkez üssüne, anneye geri dönmektir. Merkez üssüne, anneye döner. Çocuk anneye yaklaştıkça annenin yüzünde güller açar ve çocuğu ödüllendirir. Endirekt bir telkin olarak anne çocuğa der ki: “eğer benden uzaklaşırsan yalnız kalmaya mahkumsun, ben seni sevmem ve terk ederim. Eğer benim dediklerimi yapar ve bana uyum gösterirsen ben seni severim.” Bunun adı koşullu sevgidir. Yani seni sen olduğun için sevmiyorum. Benim dediklerime uyarsan seviyorum demektir. Çocuk da annenin sevginse mazhar olabilmek için gerçek kendiliğinden vazgeçip bir sahte kendilik oluşturur, yani kendinden vazgeçer. “Benim hiçbir değerim yok , değerli olabilmem için annemin beklentilerine uygun davranmalıyım. Uslu olmalıyım, çalışkan olmalıyım, başarılı olmalıyım, annemin sözünden çıkmamalıyım…” düşüncesi oluşur çocukta. Peki anne ilgi ve alakasını kesen gözlerle, sevgisini ilgisini kesen gözlerle bakarsa çocuk ne hisseder?

Materson buna “Terk Depresyonu” adını vermiştir.Terk depresyonuyla ilgili Masterson şu notları kaydetmiştir:

“Bu depresyonun Spitz tarafından anaklitik depresyon olarak adlandırılan ve hastanın hayatta kalabilmek için ihtiyacı olduğuna inandığı destek ya da benliğinin kısmen ya da tamamen yitirilmesi ya da yitirilecek olması tehdidiyle yüzleştiği duygusal duruma benzer özellikleri olduğu görülmektedir. Hastalar bu durumu sıklıkla kol veya bacaklarını kaybetmek ya da oksijen, plazma ya da kan gibi hayati önemi olan maddelerden mahrum kalmak gibi fiziksel bir his olarak ifade etmektedir.” (From Borderline Adult to Functioning Adult: The Test of Time. S. 17)


Terk depresyonunun barındırdığı duyguları Mahşerin Altı Atlısı olarak adlandırmıştır. Bu duygular şunlardır:

 

  1. İntihara meyilli depresyon
  2. Öldürücü öfke
  3. Panik ve anksiyete
  4. Boşluk ve hiçlik
  5. Utanç ve suçluluk
  6. Umutsuzluk ve çaresizlik

Bu duygular tahammül edilmesi, hissedilmesi çok acı veren duygulardır. Kişi bu duyguları hissetmemek için, bir kalkan oluşturmak için savunma haline geçer. Bu durumu Materson Kendilik Üçlüsü olarak adlandırmaktadır. Bu şu şekilde izah edilebilir: Kişi kendilik aktivasyonu gerçekleştirmek için adım atar (çocuğun annenin kucağından inerek dünyayı keşfetmek istemesi, 22 yaşında bir gencin başka bir şehirde üniversite okumak istemesi…), ardından terk depresyonu hisseder (çünkü annenin istekleri dışında kendi istediği bir aktiviteyi yapmak istemiştir) ve en son da savunma gelir. Kişilik bozuklukları bizzat olayın savunma boyutunu oluşturur. ( Borderline, Şizoid ve Narsisistik Kişilik Bozuklukları)

Hasta iç dünyasında bu duyguların yaratacağı acıyı uyuşturmak amacıyla, arka plandaki terk depresyonunu hissettirdiklerine katlanamadığı için, eyleme vurma dediğimiz bir takım davranışlar sergileyebilir. Bunlar; hiç tanımadığı kişilerle kontrolsüz olarak seks, uyuşturucu kullanımı, alışveriş yapma, hız yapma, çok konuşma, çok fazla ibadet etme… gibi davranışlar olabilir.

En temel savunma mekanizmalarından biri bölme (splitting) savunma mekanizmasıdır. Onlar için dünya ya siyahtır, ya beyazdır. Gri diye bir renk yoktur. Bu mekanizmayı kısaca şöyle açıklayabiliriz: Bebeklik döneminde bir yanda gülen anne, ihtiyaçlarını karşılayan anne, diğer yanda kakasını, çişini yaptığında yüzünü ekşiten, öfkelenen, kötü anne. Bebek bu iki anne tipinin aynı anne olduğunu, iyi ve kötü özellikleriyle bir arada bulunduğunu kavrayacak ego kapasitesine sahip olmadığı için iyiyi ve kötüyü bir arada tutamaz, birbirine karışmaması için ayırır tabiri caizse. İyi anne ve kötü anne olmak üzere iki anne vardır onun için. Ta ki 4-5 yaşında ego kapasitesi gelişip bunları iyi ve kötüyü bir arada tutacak kapasiteye erişinceye kadar. Ancak tutarsız, duygu düzenleme becerisinden mahrum, borderline yapıdaki bir anne çocukta ömür boyu bu mekanizmanın devam etmesine yol açar.

Peki nasıl oluyor da biraz önce bahsettiğimiz çocukluk dönemindeki ilişkiler yetişkinlikte bu hale geliyor? Benim annelerim, annelerimin uzantıları olan diğer insanlar, diğerlerini memnun etmek zorunda hisseder kişi. Bağlantıda, ilişkide kalmalıyım ne olursa olsun der. Örneğin yeni tanıştığı birisiyle seks yapan borderline bir hastanın amacı orada seks yapmak değildir, bağlantıda kalabilmek amacıyla, sevilebilmek adına ödediği bedeldir!

Borderline hastaların en önemli özelliklerinden biri ne pahasına olursa olsun ilişkiyi devam ettirme istekleridir, bağlantıda kalma istekleridir. Bu da diğerine boğulma hissi yaşatır. Çünkü karşısındakine yapışmıştır.
Bu arkadaşlarımıza günlük hayatımızın her yerinde rastlarız. Çok hızlı bir şekilde duygu salınımı yaşarlar. Örneğin beş dakika önce size çok küçük bir nedenden dolayı demediğini koymayıp, sizi dünyanın en aşağılık insanı yapıp, beş dakika sonra size sinemaya gitmeyi teklif edebilir. Siz şaşırırsınız, kendisine de söylediklerini hatırlatırsınız. O da öyle şeylerin olabileceğini önemli şeyler olmadığını söyler. Burada olan şey, olayın bilgisinin farkında olması ancak duygusunun beyin tarafından işlenememesidir, duygunun geçmemesidir. Borderline hastalar nörobiyolojik açıdan duygu düzenleme becerisine sahip değildirler. Bu kişilerle konuşurken adeta yumurtaların üzerine basarak konuşursunuz, ne zaman patlayacağını bilemezsiniz. Bu duygu düzenleme becerisini ve yaşadığı diğer bütün olumsuz yönleri gidermenin yolu kişilik bozuklukları alanında çalışan bir terapistten yardım almaktır.

 

Necdet DÖNMEZ
Uzm. Klinik Psikolog-Psikoterapist

Sizde Yorumunuzu Yazabilirsiniz


Makalelerimiz